• +90 531 320 23 51

Romantik İlişkilerde Sağlıklı Birlikteliğin Taşları

İletişim, Sınırlar, Empati Bir ilişkinin sağlıklı şekilde sürdürülebilmesi yalnızca duygusal bağlılıkla değil, aynı zamanda etkili iletişim, karşılıklı saygı ve empatik anlayışla mümkündür. Birbirimizi ne kadar sevdiğimizden çok, birbirimizi nasıl duyduğumuz ilişkilerin yönünü belirler. İletişim İletişim sadece kelimeleri paylaşmak değil; duygularımızı, ihtiyaçlarımızı ve sınırlarımızı görünür kılmanın da yoludur. Bir ilişkide iletişim zayıfladığında, genellikle yanlış anlaşılmalar artar ve duygusal mesafe oluşur. Oysa sağlıklı iletişim, iki tarafın da kendini ifade edebilmesi kadar, birbirini can kulağıyla dinleyebilmesine dayanır. Can kulağı ile dinlemek, karşımızdakinin söylediklerini dikkatimizi vererek dinlemek ve anladığımız şeyin doğru olup olmadığını kontrol etmektir. Böylece yanlış anlamaların önüne geçmiş oluruz. Birbirimizin düşüncelerini açıkça ve doğru şekilde öğrenirsek sorunlarımızın önüne geçebilir veya sorunlarımızı birlikte çalışarak çözmek mümkün hale getirebiliriz. Konuşurken savunmaktan çok açıklamayı, dinlerken yanıt vermekten çok anlamayı hedeflediğimizde ise iletişim gerçek bir köprüye dönüşür. Çünkü “haklı olmak” değil, “bağlı kalmak” ilişkileri güçlendirir. Sözcüklerin tonu, yüz ifadesi, hatta sessizlik bile iletişimin bir parçasıdır; bu yüzden ilişkilerde konuşmak kadar nasıl konuştuğumuz da önemlidir. Sınırlar Bir ilişkide sınırlar, iki kişinin birbirinden uzaklaşması için değil; yakınlığın sağlıklı biçimde korunması için vardır. Kendi sınırlarımızı fark etmek, “burası bana fazla geliyor” veya “şu anda yalnız kalmaya ihtiyacım var” diyebilmek, ilişkide hem bireyselliğimizi hem de duygusal dengeyi korur. Sınırlar, yaygın kabulün aksine “duvar” değil, “kapı” gibidir. Gerektiğinde açılır, gerektiğinde kapanır. Sınırı olan bir ilişki mesafeli değil, bilakis daha güvenli bir ilişkidir; çünkü her iki taraf da nerede başlayıp nerede bittiğini bilir. Birbirimizin sınırlarına saygı göstermek, ilişkide güven duygusunun temelini oluşturur. İlişkide hem ben olarak hem de biz olarak var olabilmenin anahtarıdır. Empati Empati, karşımızdakinin yerine kendimizi koymak değil; onun duygusunu, kendi iç dünyasından anlamaya çalışmaktır. İlişkilerde empati kurmak, “ben olsaydım” değil, “o ne hissediyor” diyebilmektir. Empati kurulduğunda, yargı yerini anlayışa; savunma yerini yumuşamaya bırakır. Bazen çözüm bulmak yerine sadece “Seni anlıyorum, bu senin için zor olmalı” demek bile duygusal bir temas yaratır. Empati, iletişimi derinleştirir; sınırları ihlal etmeden yakınlaşmayı mümkün kılar. Sağlıklı bir ilişki; iletişimin açıklığı, sınırların farkındalığı ve empatik anlayışın sürekliliği üzerine kuruludur. Bu üçü bir araya geldiğinde, ilişkide hem “ben” hem “biz” var olabilir. Birbirimizi duymaya, anlamaya ve alan tanımaya başladığımızda; ilişki sadece bir bağ değil, iki insanın birlikte büyüdüğü, geliştiği ve beslendiği bir alan haline gelir. Güç Savaşları Yerine Yaşama Eşlik ve İşbirliği Birçok ilişkide, farkında olmadan bir güç mücadelesi yaşanır. Kimin haklı olduğu, kimin daha çok fedakârlık yaptığı, kimin sesinin daha çok duyulduğu… Bu görünmez hatta bazen de açıkça yaşanan rekabet, zamanla ilişkideki uyumu zedeler. Çünkü güç savaşlarında iki taraf da aslında aynı şeyi ister: değer görmek, anlaşılmak ve etkili hissedebilmek. Oysa ilişkiler, bir tarafın diğerine üstün gelmesiyle değil; iki insanın birlikte aynı yönde ilerleyebilmesiyle güçlenir. İlişkide olgunlaşmak, “kim kazandı?” sorusunun yerini “biz bundan ne öğrendik?” sorusunun almasıdır. Partnerine “eşlik etmek”, onun her duygusunu çözmek ya da yönlendirmek anlamına gelmez. Bazen sadece yanında durmak, dinlemek, onun deneyimine alan açmak yeterlidir. Eşlik etmek, “ben senin hayatını değiştirmeye değil, seninle birlikte deneyimlemeye geldim” demektir. Bu tutum, ilişkide güven ve kabul duygusunu güçlendirir. Birlikte geçirilen her an, iki ayrı dünyanın birbirine dokunduğu bir fırsattır ve bu dokunuş, birbirine yön vermek değil; birbirinin yolculuğuna tanıklık etmektir. İşbirliği ise ilişkide “benim istediğim” ya da “senin haklı olduğun” noktasından çıkıp “Bizim için ne iyi olur?” sorusuna yönelmektir. Bu bakış açısı ilişkide güç birliğini yaratır. Sorunlar karşısında iki taraf da birbirini rakip yerine ortak olarak gördüğünde; çözüm arayışı doğal bir sürece dönüşür. Diğer taraftan işbirliği her zaman için uzlaşmakla aynı şey değildir. Her zaman aynı fikirde olmak gerekmez bazen farklılıkların yanında durabilmek ve farklılıklarla ‘bir’ olabilmek gerekir. Bu farklılıkların ilişkiyi bölmek yerine renklendirebileceğine inanmak ve bu farklılıklara saygı duymak bağı canlı tutar. Güç savaşlarının yerini yaşama eşlik ve işbirliği aldığında, ilişki bir mücadele alanı olmaktan çıkar, bir büyüme alanına dönüşür. O zaman taraflar artık birbirine karşı değil, birlikte hayatın yanında olur. Özetle ilişkide; kimsenin diğerini yönetmediği, kimsenin kaybetmediği; sadece iki insanın birbirinin hayatına şahitlik ettiği ve kazananın ‘‘ilişki’’ olduğu bir denge hali yakalamak hedeflenmelidir. Kurtarıcı, Mağdur, Zalim Döngüsünden Çıkış İlişkilerde zaman zaman farkında olmadan bir rol döngüsüne gireriz: biri kurtarıcı olur, biri mağdur, biri zalim. Bu roller değişebilir, yer değiştirebilir ama döngü bir şekilde aynı kalır. Bu üçlü, aslında ilişkideki güç ve sorumluluk dengesinin bozulduğu anlarda ortaya çıkar. Kurtarıcı Rolü: “Seni ben düzeltirim.” Kurtarıcı rolü, iyi niyetli bir yaklaşımla başlar. Karşısındakini korumak, iyileştirmek, yükünü hafifletmek ister. Fakat zamanla bu tutum, diğer kişiyi pasif hale getirir ve ilişki dengesizleşir. Kurtarıcı, sürekli veren; mağdur ise sürekli alan konumuna geçer. Bu durumda iki taraf da aslında kendi duygusal sorumluluğunu üstlenemez hale gelir. Bazen kendi ilişkimizde bazen de çevremizdeki ilişkilerde bir tarafın diğerinin ebeveyni gibi olduğunu görebiliriz. İşte bu durum kurtarıcı rolünden kaynaklanabilmektedir. Kişi partnerinin görünürde iyiliğini düşündüğü için onun yerine sorumluluk almaya başladıkça aslında partner olmaktan çıkıp bir ebeveyn gibi hareket etmeye başlayabilir. Bu da bir süre sonra ilişkide daha büyük sorunlar yaratabilir. Mağdur: “Ne yaparsam yapayım olmuyor.” Mağdur rolü, çaresizlik duygusunun içselleştiği bir konumdur. Kişi kendini güçsüz hisseder, kontrolün hep dış faktörlerde olduğunu düşünür. Bu durumda ilişkide sorumluluk almak yerine edilgen kalmak kolaylaşır. Oysa bu konum, kişinin hem kendine hem ilişkiye olan inancını zayıflatır. Sürekli kurtarılmayı beklemek hem bireysel büyümeyi hem de karşılıklı dengeyi engeller. Zalim: “Her şey senin yüzünden.” Zalim rolü, genellikle bastırılmış öfke, hayal kırıklığı veya kontrol ihtiyacından doğar. Kişi kendini korumaya çalışırken karşısındakini incitebilir, suçlayabilir ya da yönlendirmeye kalkabilir. Bu da ilişkide korku, mesafe ve güvensizlik yaratır. Bahsettiğimiz bu roller farkında olmasak dahi birbirini besler. Böylece ilişki, çözümden çok tekrara odaklanan bir kısır döngüye dönüşür. Bu döngüden çıkmanın ilk adımı, hangi rolde olduğumuzu fark etmek ve orada kalmak yerine kendimize şu soruları sormaktır: “Ben şu anda neyi korumaya çalışıyorum?’’, ‘‘Korkum ne?’’, ‘‘İhtiyacım ne?’’ veya ‘‘Yaptıklarımın sonuçları ne?’’ Rol yerine duyguya odaklandığımızda, ilişki yeniden gerçek bir temas alanına döner. Bu ihtiyaçları fark etmek ve doğrudan ifade etmek, döngüyü kırar. Kurtarıcı “yardım etmeye” değil “eşlik etmeye”, mağdur “beklemeye” değil “harekete geçmeye”, zalim “kontrol etmeye” değil “anlamaya ve anlaşılmaya” yöneldiğinde ilişki güç mücadelesinden çıkıp karşılıklı sorumluluk ve özgürlük alanına geçer. Hiçbirimiz bu döngünün dışında değiliz; hepimiz bazen birine fazla veriyor, bazen geri çekiliyor, bazen kırıyoruz. Ama fark etmek, döngüden çıkmanın başlangıcıdır. O zaman ilişki artık bir savaş alanı değil, iki insanın birbirine şefkatle eşlik ettiği bir iyileşme ve gelişme alanı olur.

Leave a comment