• +90 531 320 23 51

Romantik İlişkilerde Çatışma Dinamikleri

Çatışmanın Kaçınılmazlığı Çatışma; birden fazla kişi ya da grubun farklı ihtiyaç, değer, beklenti ya da çıkarlarının birbiriyle uyuşmaması sonucunda ortaya çıkan doğal bir durumdur. Hepimiz ilişkilerimizde zaman zaman çatışma yaşarız. Önemli olan hiç çatışma yaşamamak değil; çatışmalara nasıl yaklaştığımız, onlara nasıl tepki verdiğimizdir. İlk etapta bize olumsuz gibi hissettiren çatışma kavramı aslında bizim ve ilişkilerimiz için birer fırsat haline gelebilir. Çatışmaları doğru şekilde yönettiğimizde ondan bazı kazanımlar elde edebiliriz. Örneğin; çatışmalarda kendimizi tanıma fırsatı buluruz, ne istediğimizi ve neyi istemediğimizi anlama, sınırlarımızı görme şansımız olur. Karşı tarafa da bunları ifade etme ve ihtiyaçlarımıza bu sayede alan açma fırsatımız olur. Tüm bunları aynı şekilde karşımızdaki kişi için de öğrenmiş oluruz. Karşımızdaki kişiyi tanıma, anlama ve ihtiyaçlarını fark etme konusunda kazanımlar elde ederiz. Beraberinde bir çatışmayı çözdüğümüz zaman başarı hissi yaşarız ve hem kendimize hem de ilişkilerimize olan güvenimiz artar. Çatışmaları çözmek, psikolojik iyi oluşumuzu destekler. Tekrar vurgulamak gerekirse, çatışma doğru yönettiğimizde olumsuz bir durum değil aksine ilişkilerimizi besleyecek ve güçlendirecek bir fırsattır. Her çift çatışmalarını sonlandırmak adına farklı yöntemler denerler. Bazı yöntemler, kimi çiftler için işe yararken kimileri için işe yaramayabilir. Bu durum oldukça doğaldır çünkü sorunlar karşısında her birimizin yaklaşımı değişebilir. Sorunlar karşısında kişilerin farklı davranması, sorunu farklı biçimde ele alması oldukça yaygındır. Gittiğimiz yol aynı olsa da hepimizin yürüyüş tarzı, adımlarının hızı, önümüze bir engel çıktığında onu nasıl geçmek istediğimiz farklılaşabilir. Bu noktada önce farklılıklarımızı kabul edip saygı duymak ve sonrasında bir sorunu çözmek adına çift olarak çalışmak bizi çözüme götürecek olan en önemli adımdır. Çatışmanın Kökeni: Bireysel Yaralar, Çocukluk İzleri Her çatışmanın yalnızca “o anki olayla” değil, aynı zamanda geçmişimizle de bir bağı vardır. Çoğu zaman bugünkü tepkilerimiz, çocukluk döneminde veya önceki ilişkilerimizde edindiğimiz deneyimlerin ve o dönemlerde şekillenen inançlarımızın bir yansımasıdır. Her birimizin geçmişinde duygusal olarak yaralandığı, yeterince görülmediği veya anlaşılmadığı anlar olabilir. Bu deneyimler “duygusal yaralar” olarak içimizde kalır. Partnerimizle yaşadığımız çatışmalar bazen bu eski yaraların üzerine basar. Örneğin, çocukken duygularını dile getirdiğinde susturulan biri, ilişkide kendini ifade etmeye çalıştığında karşısındakinin geri çekilmesini “reddedilme” olarak algılayabilir. Bir başka örnek olarak; sürekli eleştirilen bir çocuk, yetişkinlikte partnerinin ufak bir yorumunu bile “yetersizlik” duygusuyla ilişkilendirebilir. Bu durumlarda çatışma, aslında bugünkü olaydan çok geçmişteki bir duygunun yeniden canlanmasıyla ilgilidir. Çocukluk döneminde öğrendiğimiz ilişkisel kalıplar, yetişkinlikte de ilişkilere bakış açımızı şekillendirir. Bağlanma biçimimiz, sevgiyi nasıl verdiğimiz ve nasıl aldığımız, bir sorun karşısında geri çekilip çekilmediğimiz ya da daha çok kontrol etmeye mi yöneldiğimiz, hepsi bu erken deneyimlerin izlerini taşır. Dolayısıyla çiftler arasındaki çatışmalar, iki yetişkinin değil, kimi zaman iki “çocukluk deneyiminin” karşılaşması gibidir. Bir taraf “görülmek ve duyulmak” isterken, diğeri “eleştirilmekten” kaçıyor olabilir. Birisi yakınlaşmayı güvenle arzularken, diğeri bağımsızlığını kaybetme korkusuyla uzaklaşabilir. Bu farklar çatışmayı doğurur ama farkında olduğumuzda bize büyük bir farkındalık kazandırır. Çatışmaların kökenini anlamak, onları çözmenin önemli bir parçasıdır. Çünkü fark ettiğimiz yaralar, artık bizi yönetmek yerine bizim tarafımızdan iyileştirilebilir hale gelir. Sorunlar karşısında verdiğimiz tepkiler değişime kapalı birer kişilik özelliğimiz değil; sık tekrarlanan veya öğrenilmiş davranış kalıplarıdır. İsteğimiz doğrultusunda bu davranış kalıplarını değiştirebilir ve sorunlara olan yönelimimizi, verdiğimiz tepkileri farklılaştırabiliriz. Kendimizi ve partnerimizi bu gözle gördüğümüzde, suçlamaktan çok anlamaya; savunmaktan çok paylaşmaya yöneliriz. Bu da ilişkide hem duygusal derinliği hem de güveni artırır. 1. Suçlama: “Sorun sende.” Çatışma anında birçok kişi güdüsel olarak karşı tarafı suçlama eğilimindedir. “Sen hep böylesin”, “Zaten beni hiç anlamıyorsun” gibi ifadeler, karşımızdakini savunmaya iter. Suçlama, sorunun çözümünü değil; tarafların birbirine karşı konum almasını besler. Oysa suçlamanın ardında genellikle duyulmayan bir ihtiyaç vardır. “Sen hiç ilgilenmiyorsun” yerine “Seninle vakit geçirmeye çok ihtiyacım var” demek hem duyguyu hem de ihtiyacı görünür kılar ve çatışmayı dönüştürür.
  1. Savunma: “Ama ben öyle demek istemedim.” Savunma, suçlanma hissine verilen otomatik bir tepkidir. Kişi kendini korumak ister ancak bu tepki çoğu zaman iletişimi tıkar. Savunma, karşı tarafın duygusunun geçersizleşmesine yol açar; çünkü kişi kendi niyetini açıklamaya çalışırken, partnerinin hissettiği duyguyu duyamaz. Oysa ilişkiyi onaran şey haklı çıkmak değil, anlaşılmaktır. Savunmak yerine “Söylediklerim seni kırmış gibi görünüyor, bunu fark etmemiştim” demek, iletişimde empatiyi yeniden açar.
  2. Küçümseme: “Bunu bile anlamadın mı?” Küçümseme, çatışma sırasında en yıpratıcı tepkilerden biridir. İroni, alay, mimiklerle küçümseme veya karşı tarafı yetersiz hissettirme; ilişkide güven duygusunu ciddi biçimde zedeler. Küçümseme, partnerler arasındaki eşitlik hissini bozar ve uzun vadede değersizlik duygusu yaratır. Oysa ilişki, bir “üstünlük mücadelesi” değil, iki farklı insanın birbirini anlamaya çalıştığı bir ortak alandır. Saygı ve nezaket, en yoğun çatışmalarda bile duygusal güvenliğin korunmasını sağlar.
  3. Kaçış: “Konuşmak istemiyorum.” Bazı kişiler için çatışma anı tehdit edici olabilir; bu nedenle geri çekilmek veya konuyu kapatmak en güvenli yol gibi görünür. Ancak duygusal kaçış, çatışmayı çözmek yerine bastırır ve zamanla duygusal mesafeyi artırır. Kaçınma davranışı sürdükçe, konuşulamayan duygular birikir ve ilişki giderek sessizleşir. Oysa bazen sadece “Şu anda sakinleşmeye ihtiyacım var, biraz sonra konuşalım” demek bile hem kendi sınırını korur hem de ilişkiyi açık tutar.
Bu dört davranış kalıbı hepimizde zaman zaman ortaya çıkabilir. Bu nedenle amaç “hiç yapmamak” değil, fark ettiğimizde yönümüzü değiştirebilmektir. Çatışmalar, farkındalıkla ele alındığında; suçlamanın yerini anlayış, savunmanın yerini sorumluluk, küçümsemenin yerini saygı, kaçışın yerini de duygusal yakınlık alabilir. İşte o zaman çatışma artık bir “tehdit” değil, bağ kurmanın derinleştiği bir alan haline gelir.  

Leave a comment